Sahip olduklarımızın değerini ne kadar biliyoruz? İşletme sahipleri açısından baktığımızda girişimleri altın yumurtlayan tavuk misali çok değerlidir. İş sahipleri de bunun farkında olarak işletmelerinin büyümesi ve daha fazla kâr sağlaması için çabalarlar. Ancak bir işletmenin sadece sahibi için kâr sağladığını düşünmek yanılgıdır. Çünkü işletmelerin gizli sahipleri de vardır. Bu gizli sahipler o işletmeden fayda sağlayan tüm taraflardır. Çalışanlar, tedarikçiler, devlet, toplum vb. Bir işletmenin sağladığı değerin sonucu olarak patron kâr sağlarken, çalışanlar maaş, devlet vergi, toplum da ürünün getirdiği faydayı alır. Böylece işletme herkesin menfaatine çalışan bir sistem haline gelir.
Bu bilinçle işletmelerin ayakta kalması ve sürdürülebilirliği için tüm tarafların topyekûn gayret göstermesi şarttır. Peki böyle mi oluyor? İşletmelerin sonsuza dek yaşaması, nesilden nesile devam etmesi için kim ne kadar çaba sarf ediyor? Burada en önemli görev başarılı bir şekilde girişimini geliştirmiş olan patrona düşüyor. İşletme sahibi değil patron diyorum çünkü tüm tarafların işletmenin sahibi olduğunu vurgulamıştık. Bakın işletme sahibi patronlardır demiyorum, tüm taraflar işletmenin sahibidir. Yani işletme herkese mal olmuş bir varlıktır. Ancak, patron açısından neler oluyor bakalım? İşletmesini sıfırdan belli büyüklük ve değere kavuşturan patron canla başla çalışıyor. İşleri yolunda giderse talep artıyor o da talebi karşılamak için büyük bir gayret sarf ediyor. Tabii olarak mükâfatını alıyor, para kazanıyor. Kazandığıyla daha da çok kazanmak ve talepleri karşılamak için yatırımlar yapıyor. Çalışan sayısı, kapasite derken iş büyüyor, büyüdükçe ihtiyaçlar artıyor.
Büyüme beraberinde yönetim problemlerini de getiriyor. Planlama, organizasyon, kadro geliştirme, koordinasyon ve kontrol kavramlarının önemi gittikçe anlaşılıyor. Bu durum şuna benziyor: Tek başına çalışan bir usta ortaya mükemmel işler çıkarırken yanına çırak aldığında ürün kalitesinin düştüğünü görebiliyoruz. Çünkü artık işlerinin bir kısmını çırağına delege ederek gerçekleştirmektedir.
Büyüme süreci zaman zaman kesintiye uğrar, bu dönemlerde talep artan eğilimde olmaz. İşte bu dönemler şirketlerin kendilerini değerlendirmeleri ve kurumsal gelişim kapasitelerini arttırmaları için fırsat dönemleridir. Öz değerlendirme sadece bu dönemlerde yapılır anlamı çıkarılmasın tabii. Ancak zaman yönetimi açısından bakıldığında bu periyotlar daha çok kurumsal gelişim projelerine odaklanma imkânı tanır.
Ülkemizde birçok işletme yönetim sorunlarından kaynaklanan zararlarla karşı karşıyadır. İşletme yönetimi başlı başına bir yetenek ve yetkinlik gerektirmekle birlikte zamanı geldiğinde yönetimden çekilebilmek veya görevi devredebilmek de meziyet gerektirir. Bu arabanız yolda giderken sürücü koltuğunu bir başkasına devretmenize benzer. Özellikle aile şirketlerinin önlerinde aşmaları gereken en büyük engel yönetimin bir sonraki nesle devridir. Bu şirket değerini sürdürülebilir kılmak için hayati öneme sahip bir konudur.
Üçüncü nesle devir oranı aile şirketlerinde yaklaşık %4
mertebesinde
Çünkü aile işletmelerinin mevcut durumuna baktığımızda ortalama ömürlerinin 25
yıl olduğunu görürüz. En önemlisi sürdürülebilirlik problemleridir. Üçüncü
nesle devir oranı aile şirketlerinde yaklaşık %4 mertebesindedir. Bu rakamlar
şunu anlatmaktadır. İşletmeler, patronun verimli çalışma ömrüne paralel olarak
ayakta kalabiliyor. Sonrasında kuzenler işin içine girdiğinde süreç yönetim
krizine dönüşüyor. Şirketin de sonu geliyor.
Peki böyle bir durumda neler yaşanıyor? Aile, servetini kaybediyor. Çalışanlar maaşlarını, devlet vergi gelirini kaybediyor. Ancak bundan daha fazlası var; toplumun hafızasından silinme. Bir işletmenin markalaşmasındaki en büyük etken yıllar boyu markasıyla toplum hayatına kaliteli biçimde katkı sunuyor olmasıdır. Bu da ortadan kalkınca oluşan boşluğu yeni bir şirket doldurmaya çalışır ancak bu yeni şirketin ya da şirketlerin de yolun başında olduğunu düşünecek olursak aynı süreçlerin tekrar bir döngü içerisinde yaşanacağını tahmin etmek güç değil.
Her patron işletmesini kurduğunda onu başka birine
satacağını düşünmeli
İşletmelerin bu sorunların üstesinden gelmesinde ve sürdürülebilir olmasında en
etkili çözüm bence şudur: Her patron girişimde bulunup işletmesini kurduğunda
gün gelip onu başka birine satacağını düşünerek sistem geliştirmelidir, işlerin
onsuz da yürüyebileceği bir sistem. Bunun için sermaye piyasalarına açılma
şartları değerlendirilebilir. Bu vizyonla hareket eden bir patron sermaye
piyasalarına arz olunabilmenin en önemli kurallarının kurumsal yönetim ilkeleri
olduğunu bilir ve işlerinde alt yapıyı ona göre kurar.
Yazar: Atakan Genç