Markaların, çoğunlukla dış hedef kitleler üzerinde bilinirliği artırmak amacıyla oluşturulduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. En azından geçmişten söz etmiyorsak... Bugün gelinen noktada kurumların en önemli hedef kitlelerinden birini mevcut ve potansiyel çalışanları oluşturuyor. Yalnız para için çalışmayan, işin içine tutkuyu da katan, katma değerini bulmak için çalışan yeni bir kuşak var karşımızda. Önceliği para olmadığı için, farklı beklentileri olan ve elde tutulması da oldukça zor olan bir çalışan profilinden söz ediyoruz. İşte bu noktada devreye ‘işveren markası’ giriyor. Şirketlerin iyi bir İK yönetimi, harika bir çalışma ortamı ve tatmin edici ücret politikaları da olsa bunlar tek bir başlık altında toplanmadıkça, devamında da sürekli ve doğru bir iletişim ile aktarılmadıkça çalışan üzerinde bilinirliliği ve etkisi de zayıf oluyor. En temel tanımıyla işveren tarafından sunulan ekonomik, psikolojik yararlar paketi olarak nitelendirebileceğimiz bu kavram, şirketlerin, potansiyel adayları ve mevcut çalışanları tarafından iş yaşamı deneyimlerine dair algıladıkları ayırt edici niteliklerin tümünü kapsıyor. İşveren markası, işe alımla ilgili olduğu kadar, yeteneği şirket içinde tutmak veya potansiyel adayları çekmekle de ilgilidir.
Çalışma performansının artırılması, kurum kültürünün ve kurumsal kimliğin oluşturulması firmaların çalışanlarıyla bir bütün olarak algılanmasına bağlıdır. İşveren markası, maaş, yan haklar, ödüller gibi somut faydaların yanı sıra organizasyonun kültürü, değerleri, yönetim şekli, gelişim fırsatları gibi soyut nitelikleri de kapsamaktadır. Doğru uygulandığı takdirde potansiyel çalışanlar için organizasyonel çekiciliği güçlendirdiği gibi mevcut çalışanlar için olumlu çalışan deneyimleri yaşatarak çalışan bağlılığını artıran bir kavramdan söz ediyoruz. Eski çalışanlar için de işveren markası marka elçisi kimliğinin sürdürülebilirliğini sağlar. Aynı zamanda kurum kültürüne bağlı, tutkulu çalışanların şirketin ekonomik verimliliğinde de önemli katkıları olduğu atlanmamalıdır. ‘Mükemmel işyeri’ yaratmak adına oldukça önemli olan ‘işveren markası’nın, şirketlerdeki çalışan sirkülasyonunu azalttığı da bir gerçek. ‘Great Place to Work’ gibi araştırmalarda ilk sıralarda yer alan şirketlerdeki oldukça düşük olan sirkülasyon oranları bu görüşü destekler niteliktedir.
İş hayatını değiştiren ve şekillendiren kavramlar, uygulamalar ya da yeni modellemelerin sadece yüksek cirolu kurumsal firmalarda uygulanabileceği gibi oldukça yanlış bir kanı hakimdir. Temel olarak; marka analizi, çalışan değer önermesi, iç iletişim ve İK pazarlaması süreçlerinin izlenmesi ile oluşturulan işveren markası, sadece büyük kurumlar için bir gereklilik değildir. Aksine, daha küçük kurumların yeteneğe olan ihtiyacı daha yoğundur. Bu nedenle KOBİ’ler ve hatta belediyeler gibi kamu kurumları da işveren markalarını güçlendirmelidir.
İşletmeleri çekim ve cazibe merkezi yaratmaktan söz ediyoruz. Unutulmamalıdır ki; kurumsal işveren markası ‘mıknatıstır’. Çalışanların ilk tercihi olmak, nitelikli ve mutlu çalışanlarla sürdürülebilir bir başarı yakalamak, rakip firmalar karşısında avantaj sağlamak, verimli ve sürekli bir İK yönetimine sahip olmak ise kolay bir süreç değildir. Bu anlamda, kurumsal işveren marka oluşturma sürecinde bu işin uzmanlarından destek almak işletmeler için faydalı olacaktır. Potansiyel adaylar ve çalışanlar neticede birer insandır. Pek tabii akıllarıyla olduğu kadar kalpleriyle de düşünürler. Çoğu zaman büyük bir amaç büyük bir primden daha etkili olacaktır.
Yazar: Sait Sağlam