Dünyada ve ülkemizde bir çok şirketin yönetiminin ailelerin
elinde olduğunu görmekteyiz. Kurdukları şirketlerde ailelerin etkinliği
şirketler devam ettiği sürece devam etmektedir. Ancak, aileler var olduğu
sürece şirketlerde var olacak fikrini savunmak mümkün görünmemektedir.
Türkiye’de asırlık şirketlere baktığınızda bunların sayısının yirmiyi
bulmadığını görüyoruz. Türk şirketleri küresel olarak rakipleri ile
kıyaslandığında yapısal olarak benzerlikler gösterse de ülke ekonomisinin bu yapısal
özellikler üzerinde önemli bir etki gösterdiği değerlendirilmektedir.
Finansman ihtiyacının karşılanmasında, sermaye birikimi
sağlanmasında, kurumsal yönetime geçişte, nitelikli iş gücünün temininde şirket
sahiplerinin ve yöneticilerinin imkan ve kabiliyetleri ülkenin ekonomisi ile
yakından ilişkilidir. Bu nedenle “neden şirketlerimiz kurumsallaşamıyor?” ve
“neden şirketlerimizin yaşam eğrisi küresel rakiplerinden daha kısa?”
sorularına cevap ararken makro analiz yapmak gerekir. Bir işletmenin rekabet ve
uzak çevresindeki faktörlerin etkilerinin değerlendirilmesi şüphesiz dikkate
alınmalıdır. Ancak, bu yazımızda aile işletmelerinin ömrünün uzun olması için
ailelerin hangi kurallara uyması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Makro pencereden değerlendirme yaparken diğer taraftan işletme içindeki örgüt
yapısının değerlendirilmesi ve geliştirilmesi kritik bir konudur. Özellikle
“aile şirketlerinin birinci kuşaktan sonra tasfiye sürecine girmesi, en iyi
ihtimalle üç nesil ayakta kalabilmesi” başa çıkılması gereken en büyük
sorundur.
Bu sorunun çözümü için aile şirketlerinin yapılandırılmasında uyması gereken
Birinci kural:
Aile üyeleri aile üyesi olmayan çalışanlar kadar yetenekli ve çalışkan değilse
firmada bulunmamalıdır.
Yeterince yetkin ve çalışkan olmayan aile üyelerine herhangi bir basit görev vermek yerine onlara maaş ödeyerek şirketin dışında tutmanız şirketiniz için daha hayırlı olacaktır. Çünkü, hangi görevde olursa olsun aile üyesi çalışanlar gözünde patrondur. Dolayısıyla ona mutlaka ayrıcalık gösterecekler ve yöneticileriymiş gibi muamele edeceklerdir. Bu durumda, büyük ihtimalle yetkin çalışanlarınız ve yöneticileriniz şirketinizdeki kariyer planları açısından kötümserliğe kapılacaklar ve sonunda şirketinizi terk edeceklerdir. Şirketinizde bulundukları sürede ise yetkin çalışanlardan yeterli verim alamadığınızı görmeniz mümkündür. Dolayısıyla, aile üyeleri şirketteki en yetkin çalışandan daha yetkin ve çalışkan olmak için sürekli çaba içerisinde olmalıdır. Herkes koşarken aile üyeleri onların önünde daha fazla çabayla koşmalıdır. Aksi halde, örgütte motivasyon kaybının bir sonucu olarak performans düşüklüğü oluşması kaçınılmazdır.
İkinci kural:
Şirket yönetimde aile üyesi nitelikli, çalışkan kişiler olsa da mutlaka aile
dışından kişilere de görev verilmelidir.
Aileden olmayan kişilerin de üst yönetimde bulunması ve bağımsız kararlar verebilmesi iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, çalışanlar kendilerinin de bir gün yönetimde söz sahibi olabileceği bir kariyer yoluna sahip olabileceği düşüncesiyle performanslarını en üst motivasyon ile sergileyebilirler. İkincisi ise aile kültürünün etkisi ile yetişmemiş birisinin yönetimde etkin olması objektif ve rasyonel kararların alınmasında etkili olacaktır. Böyle bir yapıda, ailenin değil şirketin menfaatleri öncelikli olarak ele alınacaktır.
Üçüncü kural:
Aile şirketlerinde kilit konumlar için aileden kişiler ne kadar yetenekli
olursa olsun yetersiz kalabilmektedir. Bu konumlar için profesyonellere ihtiyaç
vardır.
Çünkü, günümüzde kilit pozisyonlar her zamankinden daha fazla uzmanlık gerektirmektedir.
Pazarlama, finansman, üretim ve insan kaynakları olmak üzere bu dört temel organizasyon yapısı ve bunların türevleri olan diğer tüm departmanların faaliyetleri gün geçtikçe daha teknik ve uzmanlık gerektiren iş tanımlarını kapsamaktadır. Bu iş tanımlarını yerine getirecek iş gücünden beklenti ise her geçen gün artmaktadır.
İş hayatında iş gören niteliğinde sürekli iyileşme beklenmektedir. Dolayısıyla, işletmenin kilit konumları olan süreçlerin işlerliğini, etkinliğini ve verimliliğini sağlayacak pozisyonlarda yetkin profesyonellerin istihdam edilmesi sürdürülebilir bir işletme sistemine sahip olmak için şarttır.
Sadece aile üyeleri ile bir organizasyonun kurulması ve işletmeyi bu şekilde yönetebilmek pratikte mümkün olsa da sürdürülebilir değildir.
Dördüncü kural:
Şirketin sürdürülebilirliğini sağlamak için yönetimin kime devredileceği
kararlaştırılmalıdır.
Aile şirketlerinde birinci kuşağın işten çekilmesi ile birlikte başlayacak problemlerin önceden görülmesi ve atılacak adımların önceden planlanması gerekmektedir. Problem ortaya çıktığında çözüm aramak geç kalmak anlamına gelmektedir. Aile şirketlerinin yönetim yapısı konusunda yüz yüze kalacağı problemleri tahmin etmek geçmişteki vakalar dikkate alındığında zor olmayacaktır. Dolayısıyla, her aile şirketinin yukarıda saydığımız kuralları da içeren bir aile anayasasını ve planını ortaya koyması yollarında daha etkin yürüyebilmelerine imkan tanıyacaktır.
Aile anayasasının konularından birisi de veliaht
planlamasıdır. Genellikle iki kardeşin ortak olduğu işletmenin yönetiminde
ortaya çıkan problemlerin uzlaşma kültürü ile çözümü mümkünken konu yönetimin
devrine geldiğinde ikisi de kendi çocuğunun şirket genel müdürü olması
noktasında ısrarcı olabilmektedir. Bu konu kesinlikle kuşak değişiminin
gerçekleşeceği güne bırakılmamalıdır. Veliaht planlaması bir sonraki kuşağın da
talepleri dikkate alınarak onlara bir insan kaynağı yatırımı olarak bakmak
suretiyle ele alınmalıdır. Bir sonraki kuşakta kariyerlerini şirkette devam etme
arzusunda olanların eğitimleri de planlanmalı ve şirkete uzun dönemde
adaptasyonları sağlanmalıdır. Veliaht planlamasında aile içi ihtilafların
ortaya çıkması durumunda çözüm için mutlaka ailenin saygı duyduğu ancak aileden
olmayan birisinin görüşünün alınması çözüm yolu olarak benimsenebilir.
Aile şirketlerinin başarıya ulaşmasında bu saydığımız kuralların yanı sıra
benimsenmesi gereken en önemli yaklaşım ise şudur:
“Aile şirketi, kesinlikle aile üyelerinden biri gibi düşünmelidir. Şirket de aile üyelerinin her biri gibi ayrı bir kişiliktir. Bu tüzel kişilik, aile üyelerine fayda sağlamak için var olacaksa aile üyeleri ona bakmak ve onu yaşatmak için çabalamalıdır. Bu nedenle merkezde her zaman ‘Aile’ ifadesi değil ‘Şirket’ ifadesi olmalıdır.”
Yazar: Atakan Genç